17.04.2013
 İnsanlık, tarih boyunca “Siyonist Yahudi kafası”ndan çok
çekti. Bu kafa lânet olasıca bir mantalite taşıyor. İnsana karşı kadir-kıymet
bilmez, Allah’a karşı sürekli isyan halinde, bütün insanlığı kendileri için
hizmetkâr olarak telakki eder. Fesadın ve kirli hayatın mümessili olarak,
bütün dünyayı ifsad etmek için ne gerekiyorsa yapar.
Siyonist yahudi kafasının devlet olmuş hali İsrail ile bir
süredir diplomatik ve politik alanda görülen gerilim, bugünlerde yerini
sükûnete bıraktı. Hem de sıradan bir “özür dilerim” cümlesiyle.
Ancak, acaba Tevhidi dünya görüşüne sahip müslümanlar,
İsrail'in özür dilmesini nasıl okumalı? Gazze’ye ablukanın kaldırılması sözünde
İsrail ne kadar samimi? Gelişen olaylarda Filistin, Gazze, Mescid-i Aksa özgür
olacak mı? Bu sualler net olarak cevap bulmadan, İsrail ile ilişkilerin
mahiyeti ve bundan sonraki seyri biçimlendirilemez. Çünkü her şeyden önce Mavi
Marmara şehidlerinin yola çıkış gayelerine ihanet edilemez.
Derinliğe bakmayıp kabukla ilgilenenler “özür dilettik” gururuyla
İsrail’le kucaklaşmak için kollarını açılmış beklerken, Siyonist Yahudi kafasının prestij üssü olan İsrail, yeryüzünü dizayn etmeye
devam ediyor; “Siyonist Terör Üssü İsrail”, melanetlerini sürdürüyor. Gazze
hâlâ abluka altında ve azar azar ölüyor. Ancak “müslümanım diyenler”,
üzerlerinde “ölü toprağı” varmışçasına sessiz ve tepkisiz. Ümmet
birliği yok, müslümanlar “boş işler”le uğraşmaktan “asıl
iş”ini yapmaya vakit bulamıyor.
İsrail ile ilişkileri Hükümetin insafına ve inisiyatifine
bırakmak müslümanca bir tavır olmasa gerek. Çünkü Hükümet’in bazı angajmanları var.
Temsil ettiği “Cumhuriyetin duyarlılıkları”nı
taşımak zorunda, duyarsızlıklarını sürdürmeye memur. Haliyle, asıl iş
müslümanlara düşüyor.
Türkiye, İsrail ile ilişkilerin “eski haline gelmesi için” üç
şart ileri sürmüştü: “İsrail özür dileyecek, Mavi Marmara’da şehid olanların
ailelerine tazminat ödeyecek ve Gazze’ye uyguladığı ambargoyu kaldıracak...”
İsrail, tazminat ödemeye hazırdı, ama diğer iki şartı kabul etmediğinden
ilişkiler düzelmiyordu. Ancak şimdi görüyoruz ki, ticari ilişkiler daha da
artarak süregelmiş. Demek ki ipler sadece politik ve diplomatik alanda gerilmiş.
Politika icabı... Gerçi bu da bir şeydir, ama “sanki İsrail’in canına okumuşuz,
perişan etmişiz gibi” bir algıyla sunulması
gerçekten dürüst politikayla bağdaşmıyor.
Şimdi ilişkilerin düzelme yoluna girmesiyle zafer edebiyatı
yapanlar, müslümanın buna karşı hangi tavrı takınması gerektiğini gözardı ediyorlar.
Oysa müslümanın tavrı şu olmalıydı:
“Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelmesini istemiyorum. Hiçbir
“yahudi”yi sevmiyorum; “siyonist ideoloji”ye sahip olanını ise son derece
tehlikeli ve insanlığın, acilen kurtulması gereken bir tehlike olarak
görüyorum. İsrail’i “devlet” olarak değil, “yahudi terör üssü” olarak görüyorum.
İsrail’le ilişkilerin diplomatik ve politik olarak belli bir düzeyde
tutulmasını, diğer alanlarda hiçbir şey olmamış gibi davranılmasını, hatta
ticari ilişkilerin daha da gelişmiş olmasını son derece yanlış ve ikiyüzlü bir
politika olarak görüyorum.”
İsrail’le ilişkiler konusundaki sorumluluğu Hükümet’in
omuzlarına yıkıp kenardan seyretmek müslümana yakışmaz. Zira; İsrail’e kızıp
Hükümet’e rol biçen pek çok kişi, cebinde taşıdığı kredi kartı ile yaptığı her
alışverişte, ağzında tüttürdüğü sigara ile, tükettiği envai çeşit ürünlerle
yahudi sermayesini güçlendiriyor. İsrail Gazze’ye ambargo uygularken,
müslümanlar yahudi malları kullanarak onlara finansal destek çıkıyor. Bu arada
kimsenin aklına, her ne pahasına olursa olsun, her ne mahrumiyetle
karşılaşılırsa karşılaşılsın, yahudi ürünlerini toptan ve kesintisiz olarak
boykot etmek gelmiyor. Gelse de kimse bunu uygulamıyor.
Sen hem İsrail’in gerçek gücü olan “küresel sermayenin kontrolü”ne
katkıda bulunarak İsrail’i güçlendirecek; yahudi ürünlerini satın alarak onlara
finansal destek çıkacaksın, hem de İsrail’ tavır koyduğunu düşüneceksin! Ne
traji-komik değil mi?
Yani İsrail ile ilişkiler konusunda Hükümet’ten
önce “müslüman toplum”un yapması gerekenler var. Ne pahasına olursa olsun,
yahudi sermayesinin karıştığı bütün ürünlere karşı katı bir boykot!... Eğer
müslümanlar boykot uygulamazlarsa, İsrail’e şu avansı vermişler demektir:
“Korkma İsrail, endişe etme... Sürdür
katliamlarını, öldür mazlum Filistinli müslümanları... Aldırma gözyaşlarına,
boş ver masumiyeti, es geç hakkı-hukuku; bebeklerine kadar öldür... Merak etme;
biz, “müslümanlar” olarak sonuna kadar arkandayız. Bakma “mazlum edebiyatı”
yaptığımıza, arada bir “efelenip” nutuk attığımıza; “her şeyimiz”le seni
desteklemeye devam ediyoruz... Sen de devam et Filistinli mazlum mü’minleri
katletmeye... Muharref Tevrat’taki katliam emirlerini aynen uygula... Onların
her şeylerini tamamen imha et, hiçbir şeyi ayırdetmeksizin... Filistinlileri
kıyımdan geçir ve ülkesini helâk et. Neyi var, neyi yoksa... Erkeğini ve
kadınını... İhtiyarını ve gencini... Genç erkeklerini ve genç kızlarını...
Çobanını ve sürüsünü... Çiftini ve çiftçisini... Yönetilenini ve yönetenini... Hiçbirine
acıma... Filistinlileri yok et; tâ ki artık Filistin’de yaşayan tek müslüman
kalmayıncaya kadar... Onları kasaplık koyunlar gibi ayır ve öldürme günü için
onları hazırla... Sonra onları boğazla... Kanlarını iç, etlerini ye... Sarhoş
oluncaya kadar kan iç... Onların burnunu ve kulaklarını kes... Merak etme,
öldürdüğün Filistinliler için acıyan, feryad eden, yardıma koşan da
olmayacak... Öldürmekle de kalma, vücutlarını delik-deşik et... Yavrularını da
gözlerinin önünde katlet... Filistinli müslümanlara ambargo uygula, yiyecek
hiçbir şeyleri kalmasın, içecek bir damla suları olmasın. Onları kıtlıkla
öldür; buna rağmen ölmeyenler olursa, katil askerlerinle tarat, uçaklarınla
bombalayıp öldür... Kimsenin feryadına da aldırma... Katliamlarından emzikteki
çocuk da, ak saçlı ihtiyarlar da nasibini alsın... Sürekli saldır, ölüm kussun
silahların; uyguladığın ambargoyla da içeriden yok et onları... Evlerini
yağmala, yık... Kadınlarını kirlet... Hamile kadınların karınlarını deş,
çocuklarına da acıma... Şehirlerini yık, harabeye çevir... Ağaçlarını kes, su
kaynaklarını kapat, tarlalarını yok et...”
Evet, eğer müslümanlar yahudi mallarını boytok etmezlerse,
İsrail’en en büyük destekçisi olarak işte bu avansı İsrail’e vermişler demektir.
Bu durumda İsrail’in en büyük destekçisi, “müslüman
kılıklı kalabalıklar”dır; “müslüman kılıklı siyasetçiler”dir, “müslüman
kılıklı hocalar”dır; “İslam’a teslim olmayan müslümanlar”dır...
İsrail’in
en güçlü silahı, müslümanların “müslümanca” olamamasıdır; İslam ümmetinin
“vahdet”i sağlayamamasıdır... İsrail’in en büyük güvencesi, “Kur’an’a iman
ediyorum” diyen müslümanların, Kur’an’ın “cihad emri”ni terketmeleridir...
Biz müslümanlar böyle “paramparça” olduğumuz müddetçe, “Hak
olan İslam”ı “hak üzere”, “Kur’an üzere” yaşamadığımız, “hayatımıza ve hayata
hakim kılma mücadelesi”ne başlamadığımız müddetçe, “cihad ibadeti”ni
terkettiğimiz müddetçe, işgal ettiği Filistin İslam topraklarında İsrail’in
varlığını kanıksayıp, bir devlet olarak tanıdığımız müddetçe ve İsrail’e karşı,
Filistin’den defolup gidinceye kadar topyekün savaşmadığımız müddetçe,
İsrail’in korkmasına gerek olmayacak!... Bu durumda biz, “siyasetçi”mizle, “din
alimi”mizle, “toplum önderleri”mizle, “avam”ımızla, “havas”ımızla İsrail’i
desteklemeye, “finanse etme”ye devam ediyoruz demektir!...
İsrail, Filistin müslümanlarının tepesine yağmur gibi bombalarını
yağdırırken çok rahat. Harcamaktan korkmuyor; çünkü müslümanlar İsrail’in
harcamaları için finans kaynağı olmayı seve seve sürdürüyorlar. Yahudi
mallarını tüketerek, paralarını yahudi sermayesine katarak İsrail’i finansal
açıdan destekliyor, güçlendiriyorlar... İsrail Filistin’deki bebekleri bombalarken, bombaların
parasını biz veriyoruz! Bu durumda İsrail’in, Gazze’yi vurmaya dair bir
endişesi olur mu?
Bu hep böyle sürecek! Tâ ki İslam Ümmeti Kur’an’a sarılıp,
“sahtekâr politikacılar”ın ve “satılmış hocalar”ın tasallutundan kurtulup,
“güçlü bir önderlik”le İsrail’e karşı “topyekün cihad”a kalkışıncaya kadar!
Gazze’deki kardeşlerimiz, “Allah’ın lanetlediği yahudiler” tarafından
katlediliyor. Halkı müslüman olan ülkelerin başındakilerin yaptığı tek şey ise,
“hesap
sorulacaktır” nutukları atmaktan ibaret. Oysa Yahudiden hesap sormak
için bazı adımlar atılmalıydı. Mesela:
1- Başta Türkiye, Mısır, İran ve Suudi Arabistan olmak üzere,
halkı müslüman olan ülkeler, “Gazze açıklarındaki uluslararası sularda
ortak bir tatbikat” düzenleyebilirlerdi. Hava ve deniz birliklerinin
katılacağı tatbikat, aralıksız -mesela- 3 ay sürdürülebilirdi.
2- Yahudiden hesap soracağını iddia eden ülkeler, “İsrail
ile bütün ticari, sosyal, kültürel, askeri, diplomatik, teknolojik ilişkilerini
kesme”yi gerçekleştirebilirlerdi. İsrail ile belli bir düzeyin üzerinde
irtibatı olan bütün ülke, kurum, kuruluş ve şirketlerle de aynı şekilde ilişkileri
kesebilir, ya da şarta bağlayabilirlerdi. Nasıl ki İsrail Gazze’yi abluka
altında tutuyor, İsrail de tam anlamıyla abluka altına alınabilirdi. İsrail’e
ait ya da İsrail’e giden hiçbir kara, hava ve deniz ulaşımının İslam
coğrafyasından geçişine izin verilmeyebilirdi.
3- Bütün “yahudi mallarına tam anlamıyla boykot
uygulanması” realize edilebilirdi. Hayati önemi haiz olanların dışında
hiçbir yahudi malı asla halkı müslüman olan ülkelere sokulmayabilirdi. “Yahudi
sermayesi İslam ülkelerinden çıkarılır”; hatta İslam ülkelerinde var
olan yahudi sermayesi dondurulabilirdi. Yahudi sermayesinin doğrudan ya da
dolaylı olarak İslam ülkelerinde iş yapması önlenebilirdi.
4- Uluslararası alanda, bütün ülkeler tek tek ve yoğun olarak
markaja alınabilir, uluslararası kurum ve kuruluşlarla sürekli ve aralıksız
temas kurulabilirdi. Böylece İsrail’in zulmü gündemde tutulir,
diğer ülkelerin İsrail’e tavır alması için baskı kurulabilirdi.
5- Türkiye, Mısır, İran ve bölgenin diğer halkı
müslüman olan ülkeleri bir araya gelip, aralarında askeri, ticari, sosyal,
kültürel, iktisadi Pakt kurabilir ve Filistin’i de bu Pakt’a dahil
edebilirlerdi.
6- ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa başta olmak üzere, “İsrail’e
etki edebilecek ülkelerle ticari ve askeri ilişkiler dondurulur”, çözüm
-aynı oranda- onların İsrail’e olan desteklerini çekmelerine bağlanabilindi.
Eğer bunlar yapılabilseydi, işte o zaman “kanı yerde kalmayacaktır”ın,
“hesabı
sorulacaktır”ın bir anlamı olurdu. Ama şimdi, her zaman olduğu gibi
kitlelerin “gazını alma”ya yönelik popülist laflardan öte bir anlam ifade
etmiyor söylenenler.
Bütün bunların üzerine, İsrail güya özür dileyerek, Türkiye
ile Mavi marmara saldırısı sonrası gerilen ilişkileri düzeltme yoluna gitti. Bu
sözde özür üzerine zafer naraları atılmaya başlandı. Oysa zafer naraları atmak
yerine, durumu sükûnetle değerlendirip, ardından nelerin gelebileceğine bakılmalıydı.
“Özür ambalajı”nın içinde ne var, ne yok? Dereyi görmeden paçaları
sıvamamak, gördüğümüzde, iyi yüzücü değilsek suya dalmamak gerekirdi.
Dikkat edin, her ne kadar Türkiye’nin “üç şart”ı varsa da, şimdi
öne çıkarılan, ikisi: “Özür” ve “tazminat.” Gazze’ye “ablukanın
kaldırılması” meselesi, laf arasında gevelenip geçiştiriliyor. Dünya
basını gelişmenin sadece bu iki yönü üzerinde duruyor. Ancak her nedense, sanki
üç talep de gerçekleşmiş gibi bir izlenim uyandırılırken, manşetlerde sürekli
“İsrail özür diledi” cümleleri gösteriliyor. Böylece “özür”e odaklandırılan “toplumsal
algı”, Gazze’ye uygulanan ablukadan uzaklaştırılmaya çalışılıyor.
“Özür” cümleleri çok önemli. İsrail Başbakanı “özür dileriz”
demiyor; “üzüntülüyüm” diyor. Gemi baskınından mı? Hayır! İsrail-Türkiye
ilişkilerinin bozulmasından... Yine baskını değil de, baskın sonucu
ölümleri “operasyonel hata” olarak nitelendiriyor. Yani baskını
savunuyor, ama sonucun öyle bitmesinden, o da ilişkiler bozulduğu için
üzüntü duyuyor. Ancak bütün bu kayıtlardan sonra, baskından değil, “can kaybına
veya yaralanmaya yol açan hatalardan dolayı” özür diliyor. Ambargo
konusunda ise, tanımsız ve mahiyeti belirsiz bir “sükûnet devam ettiği
müddetçe” kaydıyla, “sivil halkın kullanacağı malların Gazze’ye girişine
ilişkin kısıtlamaların kaldırdığını” söylüyor. Yine dikkat, ambargo
kalkmıyor, sadece konjonktür gereği kontrollü ve şartlı izin veriyor; “sükûnet
devam ettiği sürece” ve İsrail’in kontrolünde olmak kaydıyla...
Peki “sükûnet” nedir? Buna kim karar verecek? Filistinli insan, hakkını ararken, Mescid-i
Aksa’nın işgaline direnirken, yahudi yerleşimcilerin talanlarına karşı
koyarken, İsrail askerlerinin evini başına yıkmasına karşı dururken vs.
sükûneti bozmuş sayılacak mı? Bunlar meçhul. Yani abluka konusu arada kaynadı gitti
gibi görünüyor.
Zaten İsrail Başbakanı Netanyahu, fazla dayanamayıp ağzındaki
baklayı çıkareverdi. Meğer, özür dilemelerinin ana sebebi, Suriye'deki
durum imiş.
Bu durumda, aşağıdaki şartlar yerine getirilmeden “özür” de
kabul edilemez, İsrail ile ilişkiler de geliştirilemez.
1- “Özür”ün İsrail başbakanının
ağzından telefonla söylenmesi yetmez; İsrail Bakanlar Kurulu kararı ile yazılı
olarak, resmi yollarla yapılmalı.
2- Tazminat konusu hemen ve nitelikli
olarak sonuçlandırılmalı.
3- Gazze ablukası karadan, denizden ve havadan, kayıtsız-şartsız ve derhal
kaldırılmalı. İsrail resmen, açık ve net olarak,
“Gazze’ye abluka”nın tümüyle kaldırıldığını dünyaya açıklamalı. Bunun test
edilmesi için Gazze’ye karadan, havadan ve denizden, İsrail gümrüğüne
takılmadan, doğrudan Filistin gümrüğünden girişler yapılmalı. Başbakan, Mayıs’ta
Gazze’ye doğrudan inmeli. Mavi Marmara yeniden yola çıkıp, Gazze limanına
yanaşmalı ve yükünü Filistinlilere teslim etmeli.
4- Gazze’ye karadan, denizden ve havadan girişler sadece Gazzelilerin
kontrolünde ve tam serbestiyet içinde olmalı. Gazzelilerin uluslararası
ilişkilerinin mahiyetine ve Gazze’ye giriş çıkışlara sadece Gazzeliler karar
vermeli.
5- İsrail, Gazze’deki yahudi yerleşim alanlarını derhal tahliye etmeli.
6- İsrail, Gazze’ye askeri müdahalede
bulunmayacağını taahhüt etmeli.
7- İsrail, bu zamana kadar evlerini
yıktığı, bağını-bahçesini bozduğu, maddi ve manevi zarar verdiği Filistinlilere
verdiği zararların bedelini ödemeli.
8- İsrail hapishanelerinde tutulan
Gazzeliler derhal salıverilmeli.
9- Kudüs’ün İslami kimliğinin korunması ve yahudi işgalinden kurtulması
sağlanmalı. Öncelikle de İsrail askerleri Mescid-i
Aksa’dan ve civarındaki belirli bir alandan derhal çekilmeli, buraya
giriş-çıkışlar yahudi kontrolünde olmamalı. Mescid-i Aksa ve civarında
belirlenecek bir alan, uluslararası koruma altına alınmalı ve dokunulmazlık
statüsünde Filistinlilere teslim edilmeli.
10- Yurtlarından zorla sürgün edilen 6 milyon
Filistinli vatanlarına dönmeli, çıkarıldıkları evlerine, topraklarına yeniden sahip
olmalı.
11- Filistin İslami direnişi yalnızlaştırılmamalı;
Filistin’deki özgürlük mücadelesi demokratik-liberal bir zemine çekilmemeli. Filistin
halkının, kendi inancına uygun bir devlet yönetimi kurmasına fırsat verilmeli.
12- İsrail’in bu zamana kadar yaptığı melanetlere
meşruluk kazandırılmamalı.
13- Filistinlileri ve Mavi Marmara’dakileri
katleden İsrailli bütün yetkililer ve failler, uluslararası mahkemelerde yargılanmalı.
Gemiye saldırı emrini verenler ve icra edenler,
taammüden adam öldürmekten cezalandırılmalı.
14- Gazzelilerin sağlık, barınma ve beslenme
ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayacağı serbest dolaşım imkânları sağlanmalı.
15- Gazze halkının uluslararası ticaret
yapmasının önündeki bütün engeller kaldırılmalı.
16-
İsrail, sadece Türkiye’den değil, Filistin halkından da özür dilemeli.
İsrail’in, öyle sanıldığı ve sunulduğu gibi sadece “Türk
diplomasisinin başarısı”ndan ötürü politika değiştirmediğini, bunun,
kendi “çıkar dengeleri” açısından geldiği “aşamanın sonucu”nu
gösteren “stratejik bir hamle” olduğunu unutmamak lazım. Yine İsrail’in,
sanki Filistin’in asli sahibiymiş de, Filistinlilere, bazı haklar ihsan
ediyormuş havasına girmesine de izin vermemek lazım.
Özür ön plâna çıkarılarak, Gazze’ye uygulanan ambargo konusu
gündemden düşürülemez. Nitekim İsrail Ulusal Güvenlik
Danışmanı, “Türkiye’ye Gazze sözü vermedik” dedi bile. Şimdi konuşulan şu: Gazze
amborgosu kaldırılmayacak, biraz yumuşatılacak. Mal girişi yine İsrail’in
denetiminde olacak, ama bürokrasi azıcık hafifletilecek. Deniz ablukası hiç
kalkmayacak. Gazze’ye gemi giremeyecek, balıkçılar denizlerden
yararlanamayacak. Yani kesin olan şu: İsrail’in özür dilemesi, stratejik bir
“hamle”den ibaret.
Hal böyleyken, Gazze’ye yardımların ve giriş çıkışların
İsrail’in kontrolünden çıkması pratize edilmden İsrail’in, Gazze’ye uyguladığı
ambargoyu kaldırmak için ileri süreceği hiçbir şart kabul edilemez.
Buraya kadar izah ettiğimiz çerçeve kurulmadan ve hayata geçirilmeden
kesinlikle İsrail ile barış mümkün değildir. Çünkü kimsenin, kendi politik
ikballeri adına ümmetin toprağını yahudinin tasarrufuna ve tasallutuna
terketmeye hakkı ve yetkisi yoktur.
Giriş
Tarihi: 17.04.2013 (2428)
|