05.11.2015
 Yeniden tek başına iktidarı yakalayan Ak Parti’nin
“ilk
yapılması gerekenler listesi”nin başında “öncelikleri belirlemek”
yer almalı. Eğer “öncelikler”e dair “tarihi ve “toplumsal beklenti”ler yakalanabilirse,
gösterilen teveccühün hakkını vermiş olur.
“Önceliklerin esası”nı oluşturması gereken şeyin “değişim/değişiklik” olması
gerektiğini düşünüyorum. Yani “birinci öncelik” de, “önceliklerin
tümünün önceliği ve niteliği” de “değişim/değişiklik” olmalı.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken çok önemli
ayrıntı; önceliklerin üreteceği ve getireceği sonucun sadece “yapısal
değişim/değişiklik” değil, bununla bereber, daha ziyade “dokusal
değişim/değişiklik” olması.
Örneğin, öncelikler arasındaki “sistem
değişikliği”nin gerçekleştirildiğini düşünelim. Mevcut “sistemin
işleyişi”nin bu şekilde değil de şu şekilde olmasını sağlamanın bize
katacağı hiçbir şey olduğunu düşünmüyorum. Esas olan, “toplumun inanç, kimlik ve
kişilik değerleri” ile “doku uyuşmazlığı” olan “Devlet
düzeni”ni ve “rejim”i değiştirmektir; lâkin asıl
olan, bu değişikliğin “devlet düzeninin ve rejimin dokusunun
toplumla uyumlu bir doku halinde beçimlendirilmesi” olmalı. Yani “rejimin
işleyişi”nin, rejime dokunmadan ve rejimin hayatiyetini aynı
nitelikleriyle sürdürmesine aldırmadan, farklı bir mekanizmayla, değişik bir sistemle
işletilmesi değil, “bütün yapısıyla ve dokusuyla rejimin esastan değiştirilmesi”dir
doğru öncelik.
İşte, belirlenecek önceliklerin bu ana perspektif
dahilinde hayat bulması son derece önemlidir. Bunun aksi, mevcudun aynen, sadece
“farklı
bir makyaj”la devam etmesinden başka bir nitelik taşımaz; ki bunun, sistemin
işleyişini yürüten koltuk sahiplerinden başka kimseye hayrı dokunmaz. Topluma yararı
hiç olmaz.
Toplumun yarısının onayını alarak iktidarı
yeniden kazanan Ak Parti yönetimi, yukarıda belirttiğim ana kriterler ışığında
gerçekleştireceği öncelikleri tesbit edip bunu hangi sürelerde yapacağını
topluma açıklamalı. “Katkı sağlamak” için bu önceliklerden bazılarına işaret etmek
istiyorum.
Birinci öncelik “adaletin ikamesi”
olmalı. “Toplumsal kümeler” ve “bireyler”, ne kadar farklılıkları
olursa olsun, “asayiş problemi oluşturmadan ve şiddete başvurmadan” düşüncelerini
ifade ettiklerinde, buna uygun “iş” yaptıklarında veya “eylem”e
geçtiklerinde, “iktidar gücü” tarafından adaletle muamele göreceklerine kesin
olarak inanabilmeli. Her ne olursa olsun, “kime yaradığına veya kimin zararına sonuç
ürettiğine bakılmaksızın adaletten taviz verilmemeli”, faraklılıklara
ve aykırılıklara duygusallıkla veya tepkisellikle yaklaşılmamalı ve “hakkaniyet”ten
kesinlikle ayrılmamalı. Hani, Rasulullah’ın “Kızım Fatıma da olsa elini
keserim” dediği gibi, gerçek anlamıyla “hukuka uygun adalet”,
gerçekten de Hz. Ömer’in dedeği gibi “Mülk”ün, yani “İktidar”ın/“Devlet”in
temelini teşkil etmeli.
Haliyle bu, bizi ikinci öncelik olarak “Hukuki-Adli
sistemin değişikliği”ne götürüyor. Adalet “Hukuk”la biçimlendirilir,
“Adli
sistemin eşleyişi” ile hayat bulur. Bu da “ideolojik veya kişiye/gruba
yarar yasalar”la değil, gerçekten “evrensel hukuk ilkeleri”yle
sağlanır. Sadece hukukun iyileştirilmesi yetmez, bunu yürütecek “adalet
mekanizması”nın da “adalet” üzere yürütülmesi, “adli
sistemi yürüten personel”in adaletten ayrıl(a)mayacağı bir mekanizmanın
kurulması, adli sisteme “siyasi, ideolojik ve idari müdahale”nin
olmaması icabeder.
Bu da bizi üçüncü öncelik olarak “hakkaniyet”e
götürür. Artık sözlerde kalmaması ve mutlaka esas alınması gereken en önemli
ilkedir “hakkaniyet.” Haklı olan, hangi konumda, hangi imkânlar içinde, hangi
şartlar altında olursa olsun, hakkını alana kadar en güçlü sayılmalı. Yapılan
hiçbir muamele, kime yapılırsa yapılsın “hakkaniyet” çerçevesinden asla ayrı
düşmemeli.
Bu üç önceliğin bireye, sosyal kümelere ve
topluma sirayet edebilmesi, işlerlik ve işlevsellik kazanabilmesi için dördüncü
bir önceliğe ihtiyacımız var. O da “özgürlük.” İnsanlara özgürlük verilmeden hak
da, hukuk da, adalet de, mutluluk da, gelişim de, dönüşüm de olmaz.
Özgür olmayan insan, özgürlüğü birileri tarafından “keyfi” olarak ya da “ilkesiz
ve hukuksuz” biçimde elinden alınacağını düşünen insan, “kişilik
ve yetkinlik sahibi” de olamaz, “akli üretimler”de ve sâir nitelikle
çalışmalarda da bulunamaz. Öncelik olarak belirlenecek özgürlük, hangi şartlar
olursa olsun, asla kısıtlanamayan, iptall veya imha edilemeyen bir “dokunulmaz
alan”ı haiz olmalıdır.
Bu dört öncelik, ardından beşinci önceliği
getirir ve gerektirir: “Af...” Bu zamana kadar olup biten fikri,
ideolojik, siyasi, sosyal, kültürel adli vakalara af getirilmeli ve “düşündükleri”
sebebiyle, “yazdıkları” sebebiyle, “çizdikleri” sebebiyle, “söyledikleri”
sebebiyle, “muhalefeti” sebebiyle vs. ceza alan; “adli veya idari takibat”a
uğrayan, “sosyal ya da siyasal baskı veya dışlanma”ya maruz kalan insanlar,
bu affın tam ve pazarlıksız olarak kapsamına alınmalı. Bir nevi “yeni
bir sayfa” açılıp, her şeye yeniden başlanmalı. “Kan davası” ile “sosyal
ve siyasal barış”ın, “huzur ve mutluluk”un, “geleceğe
güven duyma”nın sağlanamayacağı artık anlaşılmalı. Bundan sonrasının
özü ve esası “güç” ile değil, “hukuk ve hakkaniyet” ile muamele, “adelet”
ile muamele olmalı.
“Af” varsa, bunun hayat bulması için altıncı bir
önceliğe daha ihtiyaç var demektir. Bu da “kardeşlik”tir. Çotandır unuttuğumuz
“kardeşlik
bağları”nı yeniden kurmak, “kardeşliğin gerekleri”ni tam olarak
yerine getirmek temel öncelikler arasında yer almal.
Yedinci öncelik olarak “kültür devrimi”ni
önerebiliriz. Toplumu yeniden “asli kimlik ve kültür”üne
yönlendirmek çok önemli. “Güçlü gelecek”in “zengin
tarihi kültür birikimine sıkı sıkıya bağlı olmak”tan geçtiğinin
bilinciyle, bireyi ve toplumu esir alıp “hafıza”sından uzaklaştıran “Batı
kültürü”nden kurtulmak için gereken “kültür devrimi”nden asla ödün
verilmemeli. Bu kapsamda “yazı/alfabe”, “sanat”, “ahlaki
değerler”, “sosyal hayat ilkeleri” ve daha pek çok hususta “toplumu
özüne ve esasına yeniden bağlamak” için gereken ne varsa yapılmalı. “Öze
dönüş ve yabancı kültür ve kimlikten kurtuluş” olmadan “özgür
ve güçlü gelecek”imizin ol(a)mayacağı unutulmamalı.
Sekizinci öncelik, bireyin ve toplumun “devlete
sahip çıkma yaklaşımında değişiklik” yapılmasıdır. Mesele “kutsal
devlet” yaklaşımının doğru olmadığı, “devletli hayat”ta esas
olanın “devlet toplumun malıdır” ilkesi olduğu, müslümanın “tağuti
devlete sahip çıkmak”tan uzak kalması gerektiği gibi esaslar dahilinde ele
alınmalı ve sonuçlandırılmalı.
Dokuzuncu “dokusal öncelik” olarak “rejim
ve sistem değişikliği”ni ifade edebiliriz. Belki bu birincisi bile
olabilir; zira rejim ve sistem değişmedikçe diğerlerini lâyıkıyla başarabilmek
mümkün olmaz. Bu kapsamda “devletin rejiminin değişikliği”, “siyasi
sistemin değişikliği”, “idari sistemin değişikliği”, “iktisadi
düzenin değişikliği”, “hukuki sistem değişikliği” üzerinde
durmak ve tümüyle yeni bir rejim bina etmek gerekir. Bu husus çok ayrıntılı
olduğundan ayrı bir yazıda ele almak üzere değinip geçiyorum.
Bu örnekler çoğaltılabilir. Ancak ilk öncelikler
arasında bu dokuzu mutlaka olmalıdır.
Bunlar olması şartıyla diğer öncelikler üzerinde
de esaslı çalışmalar yapıp tedbirler almak gerekir. “Terör”, “komşu ülkelerde
olup bitenler”, “ekonomi”, “enerji tedariği”, “uluslararası ilişkiler”, “siyasal
sorunlar” vb. de elbette öncelikler arasındadır; ancak bunların çözümü için de “Devlet
aygıtının toplum ile doku uyuşmazlığının giderilmesi” lazım gelir.
Bakalım Ak parti, üçüncü iktidar döneminde
gerçekleştiremediği “ustalık dönemi”ni dördüncü iktidar döneminde
gerçekleştirecek mi?
Giriş
Tarihi: 05.11.2015 (2733)
|