12.11.2015
Öyle görünüyor ki, Suriye’de ve Irak’ta, “ABD
plânları ve çıkarları gereğince savaş”a girilmesi için karar verilmiş.
Her an silahlar ateşlenebilir ve “geri dönülmez bir yol”a
girilebilir. Basındaki “alıştırma seansları”na bakarsak bu
kesin gibi.
Baksanıza, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)
Türkiye-Suriye sınırını, namluları Suriye’ye çevrili tanklarla, obüs toplarıyla,
diğer zırhlı araçlarla ve aktif duruma getirilen hava savunma sistemleriyle “abluka”ya
almış. Bu basit bir güvenlik önlemi değil; 910 kilometrelik Türkiye-Suriye
sınırında 317 sınır karakolunda 65 bin askerin, 1200 tankın, çok sayıda zırhlı
personel taşıyıcı ve 500 zırhlı aracın sınıra konuşlandırılmasından söz
ediyoruz.
Kesin olan bir şey daha var; o da bu savaşın bir “ABD
yapımı” oluşu; “ABD plânları” doğrultusunda, “ABD’nin
bölgeye vermek istediği dizayn”ı sağlamak amacıyla yapılacağı. Yani “Türkiye’nin
ihtiyaçları”na göre değil, “ABD’nin plânlaması”na göre
savaşılacağı.
Sadece bu da değil; eli kulağında olan savaş
sebebiyle olası “mülteci akını”nı karşılasın diye Kilis’in Öncüpınar Sınır Kapısı
genişletiyor. Yani mülteci akınına kesin gözle bakılıyor. Ancak bu noktada
cevap bulunması gereken ana sual şu: Türkiye’ye akın edecek yeni mülteciler için
yapılacak harcamaların masraflarını kim karşılayacak? Madem ABD için
savaşa giriliyor, bu masrafların ABD’den ve bölgeden faydalanan diğer ülkelerden
tahsil edilmesi gerekmiyor mu? “Bizim yetkililer”, mültecileri
yerleştirecek alanlarda yapılan çalışmaların maliyetini karşılamaları için
herhangi bir görüşme yaptı mı; yaptıysa nasıl bir sonuç alındı? Bundan da önce,
madem ki savaş çıkarılacak, o halde sivil halkın zarar görmemesi için alınacak
tedbirler niçin illâ da Türkiye’ye iltica etmeleri şeklinde öngörülüyor? “Mültecileri
barındıracak alanın Suriye içinde oluşturulması” gerekmez mi? Bu
hususta neler yapıldığını veya bir şey yapılıp yapılmadığını bilme hakkımız yok
mu? Öyle ya, savaş bizim verdiğimiz vergilerden ve bizim ülkemizin öz kaynaklarından
finanse edileceğine göre...
Ankara’nın, eğer ABD girerse Türkiye’nin
Suriye’ye girmesine karar verdiği söyleniyor. Ana senaryo “Türkiye ve ABD’nin havadan
vurması; ÖSO, Türkmenler ve Arapların karadan saldırması” şeklinde.
Görüldüğü gibi Suriye’deki ana sorunu, yani Esed’i bırakmış, IŞİD’i vurmanın
plânlarıyla meşguller. ÖSO, Türkiye ve Araplara düşen vazife ise,
ABD’nin IŞİD plânlarına maşalık yapmak. İyi de, madem savaş çıkacak, o
halde Türkiye, “hem IŞİD’in, hem PKK’nın vurulması; hem de muhalif grupların Esed’e
saldırılarının organize edilip silah ve lojistik destek verilmesi” şu
şartını koşmalı ve aksi halde savaşa yanaşmamalı değil miydi?
Lâkin, bırakın böyle esaslı ve gerekli bir şartın
ileri sürülmesini, basında yer aldığına göre Türkiye “kara harekatı”nı zorunlu
görüyormuş; çünkü Suriye’de IŞİD’e karşı sadece hava operasyonu ile sonuç
alınmayacağı görüşündeymiş. Gerçi “kara operasyonu”nun yanında “güvenli
bölge” ile “uçuşa yasak bölge” için ısrar ediyormuş ama; mülteciler için
yer ve geçiş kapısı ayarlamaları yapıldığına göre, son iki şartının kabulünü
şart koşmamış anlaşılan. Zira bu üç hususun kesin karara bağlandığına, karar
altına alındığına dair bir veri yok. Oysa böyle bir güvence almadan “ABD’nin
IŞİD savaşı”na destek verilmesini doğru bulmuyorum.
Ne varki Türkiye, diğer şartları sağlanmasa da, “ABD’nin
etkili bir güçle kara harekatına katılması halinde büyük bir güçle kara
operasyonuna dahil olmayı kabul etmiş” görünüyor. Yine anlaşılan, ABD
ile “ortak
hava operasyonları” yapmayı, bunun için Diyarbakır ve Malatya’daki
üslerde bulunan “savaş uçakları” ile Batman’da konuşlu “insansız hava araçları”nı
harekete geçirmeye çoktan onay vermiş. Öyle az-buz değil, ABD plânlarının
işlerliği için tam 60 uçağın devreye sokulacağı söyleniyor! ABD de İncirlik’teki
hava gücünü takviye için “F-15-E”leri önümüzdeki günlerde gönderecekmiş.
Yanında, halen Türkiye’de bulunan 6 adet İHA’ya takviye olarak 4 adet daha
gönderecekmiş. Ayrıca 12 adet KC-135 tanker uçağı da çoktan İncirlik’e
konuşlandırılmış.
ABD bu kadar plân yapıyor da, Türkiye’nin
şapkasını önüne koyup şunu düşünmesi gerekiyor: Ya bu savaş kontrol edilemez ve
yayılırsa ne olacak? ABD için hava hoş; baktı işler istediği gibi
gitmiyor, çeker ülkesine gider; rnahatına bakar. Türkiye ise söndürülemeyecek
bir alevin tam ortasında kalır. Savaş teknolojisi “yakıt”, “mühimmat”,
“yedek parça” ve “yazılım” bakımından dışa bağımlı olduğundan, öylece
kalakalır. Bunun yıkıcı sonuçlarını kim üstlenecek peki? Bir Silvan’ı bile 10 gündür
kontrol edemiyoruz, tüm bölgeyle nasıl başa çıkacağız?
IŞİD sonrası ise ayrı bir muamma. Türkiye, IŞİD’den
temizlendikten sonra PKK/PYD’nin bölgeye yönelik planlarının önüne geçilmesi,
Türkmenlere ulaşım ve mültecilerin barındırılması açısından hayati bir önem
taşıyan “Cerablus’un statüsü”nün belirlenmesi aşamasında masada yer
almak istiyor. Ancak dikkat edin, masada yer alacağına dair alınmış bir
güvence vaya garanti yok. Oysa garantiler alınmadan asla savaşa da girilmemeli,
hiçbir şekilde destek de olunmamalı diye düşünüyorum. Üstelik, Kuzey Irak’taki Şengal
kentini ve bölgeyi IŞİD’in elinden almak için yapılan geniş çaplı bir saldırıya
PKK da katılmışken... Çünkü görünen o ki ABD, bölgeyi dizayn ederken, “tetikçi”
olarak kullanabileceği hangi ğüç varsa sahaya sürecek. Böylece PKK, “meşru bir
koalisyon gücü” olma yolunda hızla yol alacak. Peki, bunun sonuçlarının
da hesap edilmesi gerekmez mi?
Kişi başına düşen Milli Gelir bakımından çok da
iyi durumda değiliz (2015 için 10936 Dolar olarak öngürülüyor). İhraç ettiğimiz
hemen hiçbir sanayi ürünümüz yok. Tüm temel malları dışıradan alıyoruz. Savaş
teknolojimiz büyük oranda dışa bağımlı. Ağır silahları, tankı, topu,
uçağı vs. dışarıdan alıyoruz. Kendimiz montajını yaptıklarımızın da yazılımı ve
yakıtı dışarıdan.
Peki, bu kadar dışa bağımlı, başkalarına muhtaç
haldeyken, yüzyıllardır olduğu gibi, savaş sonunda da bir arada bulunmaya devam
edeceğimiz komşularımızla, geleceğe dair kapanmayacak yaralar oluşturacak,
husumetleşmelere yol açacak bir savaşı niçin, ne ve kimin adına, kimin için yapmaya
kalkışıyoruz? Suriye’ye veya Irak’a gireceğiz de ne olacak?
ABD’nin tuzu kuru tabiî ki; başı sıkışsa çeker
gider ülkesine, bölgede olup biten sorunların biri bile onu etkilemez. “Bana
dokunmayın da ne haliniz varsa görün” dediğinde, biz baş başa kalacağız bugün
kapıştığımız komşularımızla.
Komşumuz iyidir veya kötüdür, o ayrı konu. Ancak ülkemizi
buradan alıp başka bir yere taşıyamayacağımıza göre, komşumuzu da seçme
hakkımız yok maalesef. O halde sorunlu da olsa, var olan komşuyla ne
kadar iyi geçinirsek o kadar kârlı/doğru olmaz mı? Aslında Davutoğlu’nun “komşularla
sıfır sorun” ideali çok iyiydi ve doğru olandı; ama bunu sağlamak için
gereken altyıpıdan yoksun olduğumuz için “kürüsel güçler” bu politikanın canına
okudular. Ancak yine de biz bize kaldığımızda nasıl yaşayacağımızı hesabedip
etrafımızla o hesap ile münesebet kurmak zorundayız.
IŞİD’in Türkiye’ye bir zararı var mı? Varsa
tepesine binilsin. Ama hiçbir hukuk ve ölçü tanımayan, koskoca bir coğrafyayı
ve onbinlerce insan potansiyelini kontrol eden, korkunç bir mali kaynağa
(petrol) sahip bir örgütü, ABD öyle istiyor diye durduk yere niçin düşman
olarak karşımıza alalım da bışımıza bela edelim? PKK belasını savuşturduk mu da
yeni belalara davetiye çıkarıyoruz?
Suriye’ye veya Irak’a gireceğiz de ne olacak? Ne
elde edeceğiz? Oradaki müslümanların bağımsız ve özgür bir ülke kurmalarına mı
faydamız olacak? Oradaki Türkmenlerin kıyımdan geçirilmesini mi önleyeceğiz?
Bunu bu zamana kadar yapmamışsak veya yapamamışsak, bundan sonra da
yapamayacağız demektir. Çünkü yanıbaşındaki bir gelişmeyi kontrol etmek ve
yönlendirmek için bile ABD’ye ihtiyaç duyan bir yapıyla alabileceğimiz bir yol da,
varabileceğimiz bir menzil de yok. Varsak varsak, küresel güçlerin çıkarları
için tetikçilik yapacağımız bir zemine kadar varabiliriz. Sanıyorum bunu
istemiyoruz, değil mi?
Kobani’de PKK’yı desteklerken yazmıştım, ama
kimse dinlememişti. Türkiye IŞİD’e karşı PKK’yı destekledi de ne oldu? PKK’ya
Suriye’nin kuzeyini ülke olarak kazandırmış oldu. Türkmenler ise
sefilleri oynuyor. Meseleye “din” açısından baksak da, “kan” açısından baksak da, kazanç
açısından baksak da zarardayız.
Milyonlarca mülteci ayrı bir dert; kan, gözyaşı,
savaş, istikrarsızlık ayrı bir dert... Dert üstüne dert; ama biz şimdi tutmuş, başkalarının
plânlarına hayatiyet kazandırmak için elimizi taşın altına da değil, bedenimizi
ateşin içine atıyoruz. Çünkü plân bizim değil; o halde sonuç da
bizim istediğimiz gibi olmayacaktır. Bize, sadece gözümüzü boyayacak
birkaç avuntu verilecek ve bölgede küresel emperyalist güçlerin
istediği bir reorganizasyon yapılacak. Bunun bizim hayrımıza olacağını
kim söyleyebilir?
Madem savaşa giriyoruz, o halde şu beş şart
mutlaka ve mutlaka koşulsun ve kesin karar altına alınsın:
1- Suriye’de Esed devrilecek.
2- PKK tasfiye edilecek.
3- Bölgenin dizaynında nihai kararı Türkiye
verecek, Türkiye’nin yeni düzene dair veto hakkı olacak; hayır dediği
olmayacak.
4- Türkmenlere geniş bir coğrafyada otonomi
verilecek.
5- Türkiye’nin savaş masraflarını ABD veya
uluslararası bir fon karşılayacak.
Bu beş şart kesin karara bağlanırsa, Meclis’ten
de buna göre tezkere çıkarılırsa, millete de deklare edilirse ABD’nin yanında
savaşa girilebilir. Ancak bunun için ilk aşama olarak ABD’nin Kandil’deki PKK
elebaşılarını paketlemesi, Esed sonrası için Suriye’nin nasıl bir yapıda
olacağı andlaşmayla karar altına alınması ve bu dört hususta kesin güvenceler
elde edilmesi lazım. O zaman savaşa iştirak edilebilir.
Aksi taktirde tek kurşun bile atılmamalı. Tek uçak
bile kaldırılmamalı. Hava üsleri de, kara geçişleri ve üsleri de kullandırılmamalı.
Sınırlardan kimseye geçiş izni verilmemeli. Tanklar-toplar tek atış yapmamalı.
Asker tek hamlede bulunmamalı. Hele kara operasyonu veya karadan sınır geçeşine
asla izin verilmemeli.
Bizim yaşadığımız ve yaşamaya devam edeceğimiz
bir bölgenin, bu bölgedeki hiçbir olumsuz gelişmeden hiçbir doğrudan etki
hisetmeyecek olan ABD’nin plânına göre dizaynına nasıl alet ve maşa oluruz? Bu
kadar mı aciz durumdayız? Asıl kafa yormamız gereken bu değil mi?
İllâ da “savaşa gireceğiz” diyorsanız, bütün
bunları tüm açıklığıyla millete anlatın ve Meclis’ten değil milletten,
referandum ile tezkere isteyin. Çünkü, madem ki savaşın maliyetini vergi veren
millet karşılayacak, masrafa girilip girilmeyeceğine de, geleceğe dair
sorunların üstlenilip üstlenilmeyeceğine de millet karar versin.
Bakalım millet, verdiği verginin ABD plânlarının
ihyası için çarçur edilmesine razı olacak mı?
Giriş
Tarihi: 12.11.2015 (2797)
|