26.12.2015
 Bundan 19,5 yıl önce, 29 HaziranEylül 1996’da yazdığım bir yazı “Yedi
Deniz Bölgesi’nde ABD’nin Oyunu” başlığını taşıyordu. Burada sözünü
ettiğim “Yedi Deniz Bölgesi”, dünyanın “Ortadoğu” olarak isimlendirdiği yer.
İngiliz emperyalizminin belirlediği bu isimlendirmeyi reddediyorum; bu sebeple 19,5
yıl öncesinden, 7 denizin artasındaki bölgeye “Yedi Deniz Bölgesi”
adını önermiştim. İşte bu yazıyı aynen, vurgularına bile dokunmadan yeniden
paylaşıyorum. Bakalım değindiğim konuya dair 19,5 yılda değişen ne var? Bakalım
o zamanki öngörülerimizden gerçekleşenler olmuş mu?
* * *
Allah bilir ya, “Tevhid mücadelesi”nin
tarihinde bugüne dek görülmemiş bir zorlu mücadeleye doğru sürükleniyoruz. “Sürükleniyoruz”
diyorum, çünkü “Allah erleri”ni bekleyen bu meşakkatli mücahede şöyle veya böyle gelip
bizi bulacak da, biz müslümanlar, bu “savaşım” için planlı-programlı değiliz,
gerekli güç ve techizatı hazırlamıyoruz, lüzumlu stratejiler tesbit ve takip
etmemişiz, “gaye”den sapmış halde “dedef”ten başka istikametlere yönelmişiz; “gelişmeler”in
akışına sürüklenip gidiyoruz.
Gelişmelerin oluşum sürecinde herhangi bir
tesirimiz olmadığı gibi, “gelişmelerin akışı” diye sözünü
ettiğimiz gidişat hiç de Allah Teala’nın imanlıları olarak takip etmemiz
gereken istikamette değil.
“İslam Coğrafyası”nın “merkez bölge”si olan ve İngiliz
emperyalizminin sömürge karargâhına izafeten “Ortadoğu” diye adlandırdığı
“Yedi
Deniz Bölgesi”nde bu durumun daha bir şiddetle gelişim içinde olduğunu
müşahade ediyoruz. Yedi Deniz Bölgesi ve etrafında olgunlaştırılan palitika ve
tatbikatlara baktığımızda, bunların, başlangıç-gelişim seyri ile yöneldiği
istikamet ve birbirleriyle uyumlu münasebetlerini rahatlıkla görebiliriz.
Oluşturulmak istenen, İslam Coğrafyasının küfrün
istilasında kalması, müslümanların “ümmet şuuru”na kavuşmaması, İslam’ın “ütopik
bir ideoloji” haline getirilmesi ve bütün bunlara paralel olarak küfrün
hakimiyetine dayalı bir “dünya sistemi”nin kurulmasıdır.
Bu amaca yönelik olarak ABD’nin Yedi Deniz
Bölgesi’nde ve civarında sergilediği “Siyonist mantalite”ye dayalı
oyununu şöyle özetlemek mümkün:
Halkı müslüman olan ülkelerin idari kadrolarına
müslüman kisveli kuklalar yerleştirilecek ve rejim İslami motiflerle
süslenecek; ama siyasî, sosyal, hukukî ve iktisadî düzen, hatta itikadî, amelî,
ahlâkî ve kültürel düzen hiçbir zaman gerçek manada İslam’a göre olmayacak; Kur’an
kaynak edinilmeyip, tatbikat Rasulullah’tan alınmayacak. Bu tip yönetimlerin vazifesi, başında bulundukları müslüman
toplumları “din adına uyuşturup” ABD’nin “sömürge pazarı” halinde
tutmak ve Tevhidî bir “eylem”i, Kur’an ve Sünnet
istikametinde bir “değişim”i boğmak olacak. Bu niteliğiyle “Taşeron Katiller İktidarı”
adını verebileceğimiz bu tür yönetimler el’an halkı müslüman olan ülkelerde
görülmektedir ve bu durum, güçlendirilerek devam ettirilecektir.
“Parçalanmış ve birbirine yabancılaştırılmış bir
ümmet mozayiği” oluşturulacaktır. Diğer bir ifadeyle, Ümmet-i
Muhammed, bu şuurdan yoksun olarak, sunî gelişmeler içine çekilecek, birbirine
kin duyan küçük gruplara ayrılacak, “sömürgeci küfür güçleri”nce istendiği an
yutulabilecek birer lokma niteliğinde paramparça edilecektir. Bu durum
da el’an yaşanmakta, ancak mevcudu dahi aratacak bir istikamete doğru yol
almaktadır.
ABD’nin, her birinin başına birer “Taşeron
Katiller İktidarı” oturttuğu “parçalanmış ve birbirine yabancılaştırılmış
bir İslam coğrafyası”nın bu niteliğiyle kalmasına yönelik politika
üretip strateji takip etmesinin asıl sebebi, sömürüdür. ABD, başta enerji
ihtiyacı ve bunun için petrolün kontrolü olmak üzere, “süper”liğini
sürdürebilmesi için belli bir kalite ve düzeyin altına inmemesi gereken
üretiminde ihtiyaç duyduğu hammaddeyi İslam Coğrafyası’nın yer altı ve yerüstü
kaynaklarından karşılamaktadır. Yine, ürettiği mamül maddeler için bir pazara
ihtiyaç duymaktadır, ki bu da “üretmeyen”, ancak lüzumsuz yere “harcayan”
bir “tüketim
toplumu” olarak motive ettiği “müslüman sürüler”den başkası
değildir. İşte, ABD’nin Yedi Deniz Bölgesi’ndeki oyununun nihaî amacı, “İslam’ın dünya
iktidarı”nın önlenmesine paralel olarak, kendilerini İslam’a nisbet eden
insanların ülkelerini “hammadde ambarı” ve “mamül madde pazarı” haline
getirmektir.
Bu nihaî amaca yönelik olarak ABD, Yedi Deniz
Bölgesi’nde “tam kontrol sahibi” olmak istemekte, bunun için de kimi “düzenlemeler”e
gitmektedir. Yahudi Terör Üssü İsrail merkezli olarak “Siyonizm”in bölge
liderliği, petrolün üretim ve tüketiminin kontrolü, bölgenin ekonomik ve
kültürel olarak istila altında tutulması, stratejik bölge ve noktalarda ABD’nin
askeri varlığının konuşlandırılması, Kur’an ve Sünnet istikametinde “toplumsal
değişim”in önüne geçilmesi gibi birbiriyle bağlantılı ve uyumlu
gelişmeler, ABD’nin tezgâhladığı düzenlemelerin başlıcalarıdır.
Yedi Deniz Bölgesi’ndeki düzenlemelerin bir başka
kategorisi de, Kemalist TC ile “Siyonist Terör Üssü İsrail” arasında maksimum
düzeyde görülen yakınlaşmadır. Bu yakınlaşma,
ABD’nin bölge karakolu İsrail’in hayatiyetini garantiye alırken, halkı müslüman
olan Türkiye’yi tamamen yalnızlaştırmaktadır. Öyle ki, “su sorunu” gibi yapay
bir sorunun da devreye sokulduğu bölgede, halkı müslüman olan Türkiye, halkı
müslüman olan diğer ülkelerle büyük bir “gereksiz çekişme” içine çekilmekte ve
gittikçe yalnızlaştırılmaktadır. Bugün gelinen noktanın vahametini şöyle
özetleyebiliriz: Stratejik konumu, nüfus kapasitesi, bilgi birikimi ve zengin yer altı-yerüstü
kaynaklarıyla dünyanın sayılı devletleri arasına girebilecek potansiyeldeki
koskoca Türkiye, Batı’nın çok yönlü desteği olmasa bir günde çökecek olan ve
bizim Antalya vilayetinden daha büyük olmayan küçücük İsrail’e muhtaç ve onun
güdümüne girmiştir!
ABD, bütün bu faaliyetlerinin yanında, İslam
Coğrafyası’nın Yedi Deniz Bölgesi’ndeki kontrolünü kaybetmemek için hiçbir açık
kapı bırakmamaya, her ihtimali dikkate almaya azami gayret gösteriyor; “bölgedeki
varlığını pekiştirecek alternatif üsler” palazlandırma yoluna da
gidiyor. Bunların en önemlileri, Kaykasya’nın güneyindeki Ermenistan’ın
palazlandırılması ve Türkiye-İran-Irak-Suriye’den toprak kopararak taşeron ve
ABD jandarması bir Kürt Devleti’nin kurulmasıdır. Elbette Kürtler İslam Ümmetinin
güzide bir toplumudur ve elbette onlara yapılan zulmü, kim tarafından, ne adına
ve hangi türden olursa olsun tasvip etmiyoruz. Ancak, İslam’ın ve müslümanların
aleyhine olacak şekilde ve ABD kuklası bir Kürt Devleti’ne de karşıyız.
Esasen bu nitelikte her türlü devlete de karşıyız; imanımızın, İslam’ımımız
gereğidir bu.
ABD’nin Yedi Deniz Bölgesi’ndeki oyunu özetle
böyle. Ancak “Büyük Şeytan ABD”, bu bölgeyi korumak için bölge çevresinde de
kimi düzenlemelere gitmektedir. Bu cümleden olmak üzere Kafkasya’nın Rus
güdümünde kalması, Afganistan’ın istikrarsızlığı, Pakistan’ın Hindistan’la
sorunları sebebiyle kabuğuna çekilmesi, Sudan’ın izolasyonu ve İslamileşmesinin
önlenmesi, Kuzey Afrika’daki İslam düşmanı diktatörlüklerin sürdürülmesi, Balkanlar’da
İslam’ın izlerinin silinerek Hıristiyan-Sırp varlığının güçlendirilmesi ve
Akdeniz’in tam bir ABD-İsrail gölü olması yönündeki çaba ve politikaları
sayabiliriz.
Şimdi bütün bunlara karşın, “İ’lây-ı Kelimetullah”
gibi yüce bir davanın vazifelileri olan biz müslümanların ne yaptığını herkes
kendi vicdanında değerlendirsin. “Kur’an ve Sünnet hükümleri”ne
dayalı “toplumsal değişim” ve “Hilafet” çatısı altında örgütlülük;
ardından da “Birleşik İslam Ordusu”nun kurulması ve “topyekûn cihad” dışında
bu zillete dur diyecek başka bir yol var mı?
Giriş
Tarihi: 26.12.2015 (2844)
|