30.12.2015
Dünya büyük bir “dinler ve dini topluluklar arası
savaş”a doğru sürükleniyor. Hak veya batıl, ama insanlar arasında “toplumsal
kabul” görmüş belli başlı dinler arasında olacak bu savaş.
Görünen o ki, bu savaştan galip çıkacak din ve
dini topluluk; dünyanın sosyal, kültürel, ekonomik, hukuki, siyasi vb. düzenini
de belirleyecek ya da bu tür belirleyicilikte en etkin din olacak.
Mağlup olanların genel etkinliği yok olacak; belli kazanımlar elde edenler de,
gücüne göre “galip din”in hükümranlığının yanında kimi etkinliklere sahip
olacak.
Bu söylediklerim bir gidişatın tesbiti; ufukların
arkasında bekleyen kaçınılmaz geleceği öncü işaretlerine bakarak ifade etmeye
çalışmadan ibaret.
Peki, niçin “dinler ve dini topluluklar arası savaş”
olacak?
Çünkü bugünün dünyasında en etkin yükselen değer “din
milliyetçiliği.” İnsanlar, “milliyet”lerini “din”leriyle
ifade etmeye daha çok önem verir oldular. “Ulus milliyetçiliği” ya da “üniter
devlet milliyetçiliği”, yerini “din milliyetçiliği”ne bırakıyor. Bundan
sonra belli bir ekonomik kalkınmışlık düzeyine ulaşan, sanayisi ve teknolojisi
gelişmiş ülkelerin tabanları da artan hızda çözülmeye yüz tutacak; toplumlar
kendilerini ifade ederken, yaşadıkları ülkeyle veya devletle değil, inandıkları
“din”le ifade etmeye başlayacaklar. Dünyanın neresinde yaşarlarsa
yaşasınlar, belli din mensupları kendi aralarında yakınlaşacak;
birliktelikerini oluşturma yoluna gidecekler. İlerleyen yıllarda daha da artan
hızla müslümanlar “Ümmet şuuru”yla “İslam”da buluşma eğilimi gösterecek;
diğer dinlerin mensupları da kendi aralarında toparlanmaya çalışacaklar.
Kaçınılmaz gelecek olan “dinler ve dini topluluklar arası
savaş”ın iki boyutu var. Biri, kendini belli bir dine izafe edenlerin
kendi aralarındaki savaş; diğeri ise farklı dinlere mensup topluluklar
arasındaki hükümranlık savaşı. Bunu biraz daha somut ifade edelim:
Kendilerini belli bir dine mensup sayan
insanların oluşturduğu bir toplum, önce kendi içinde bir “arılaşma-olgunlaşma”
savaşı verecek. O dinin kayıtsız şartsız bağlıları, samimi ve hakiki mensupları
ile genel olarak o dine mensup sayılıp da aslında “dinlerinde itikad ve amel olarak
samimi olmayanlar”, yani az dindarlar iki ayrı grup oluşturarak kendi
aralarında büyük bir mücadeleye tutuşacaklar. Bu mücadele sonunda, insanların safı
ve niteliği belli olacak, dini grupların nicelikleri de ortaya çıkacak.
Bu savaş, dini grupların “arılaşma”sını, yani yabancı
unsurlardan, samimiyetsiz ve “sahte dindarlar”dan arınıp
durulaşmasını; kendi “öz potansiyel”lerinin ortaya
çıkmasını sağlayacak.
İşte bu “saf”laşma ve “saflaşma”dan sonradır
ki, farklı dinlere mensup topluluklar arasındaki hükümranlık savaşı olarak
tanımlayabileceğimiz “dinler ve dini topluluklar arası savaş” başlayacak. “Dinler
ve dini topluluklar arası savaş”ta coğrafi konum, bu savaş için
hazırlanmış stratejilerin güçlülüğü ve yerindeliği, dinler arası ittifaklar
veya ihtilaflar, dini grupların teknolojik, kültürel ve ekonomik yapıları vb.;
sebepler ve şartlar bakımından önemli bir belirleyiciliğe sahip olacak.
İşte bundan dolayı, müslümanlar böyle bir “dinler
ve dini topluluklar arası savaş”a hazırlanırken -ki görünen gerçeklere
bakıldığında hazırlanmak zorundalar-, kısa, orta ve uzun vadeli programlar ve
hedefler hazırlayarak mutlaka şu noktalarda yeterli düzeyde olgunlaşmalıdırlar:
1) “Ümmet birliği” mutlaka sağlanmalı. “Hilafet
çatısı” altında, “Kur'an ve Sünnet hükümleri”ne
tavizsiz ve mutlak olarak sarılan saf ve samimi üslümanlardan müteşekkil gerçek
bir “İslam
Milleti”ni teşkil etmek. Bunu sağlamak için “Ümmet şuuru”yla “vahdet”i
sağlamak ve mutlaka da “Birleşik İslam Ordusu”nu kurmak.
2) “İslam Coğrafyası”nın mevcut
hudutlarını ve bu hudutlar dahilindeki “stratejik noktaları tesbit ve tahkim”
etmek. “Stratejik nokta” derken kastımız, sadece “askeri bakımdan stratejik”
değil, aynı zamanda siyasi, coğrafi, ekonomik vb. tüm alanlardaki stratejik
noktalardır.
3) Bu savaş için lüzumlu plânlar, programlar,
çalışma takvimleri ve stratejiler hazırlamak. Bu, “İ’lây-ı Kelimetullah Stratejisi”dir.
4) Belli hedef noktaları tesbit etmek ve o
noktalara fiilen ulaşma yoluna gitmek. Mesela, Balkanlar’da, Doğu Türkistan
dahil Ortaasya’da, Endülüs’te yeniden “İslam’ın varlığı ve hakimiyeti”ni
temin etmeye çalışmak.
5) ABD’ye, AB’ye, Rusya’ya, Çin’e, İsrail’e ve
Hindistan’a, Afrika’nın sömürgeci gücü Fransa’ya ve tüm dünyada oyun kuran
İngiltere’ye karşı “mücadele stratejileri” hazırlamak; bu ülkelerin hem “kendi
aralarında ittifak kurmaları”nı önlenmenin yolunu bulmak, hem de “iç
yapılarında çözülme”ye uğramalarına yönelik çalışmalar yürütmek.
6) İslam coğrafyasının güvenliği için belli
noktalara ulaşan “hayat sahası” tesbit ve tayin etmek; İslam’a ve müslümana
yapılacak saldırıları, doğrudan bize değmeden önce bu “hayat sahaları”nda
karşılayıp bertaraf etmeye çalışmak.
7) İslam’a ve müslümanlara karşı bir “Hıristayan-Yahudi
birliği”nin kurulmasını önlemek ve gerektiğinde bunları “kendi
aralarında çatışma”ya itebilecek altyapıyı hazırlamak.
8) Kültürel, teknolojik, ekonomik ve sair
alanlarda “yeterli düzey”e ulaşmak.
Bu saydıklarıma daha pek çoy eklenebilir; lâkin
ilk etapta bu hususlara dair ciddi ve sağlam bir hazırlık içinde olmak gerekir.
Bu kapsamda dikkate alınması gereken çok önemli
bir hususa temas etmek istiyorum: “Dinler ve dini topluluklar arası savaş”,
daha çok “ekonomi ve enerji” dayanaklı olarak yürütülecek. Yani “Dinler
ve dini topluluklar arası savaş”ta esas olan “din”lerdir; “dini
topluluklar”ın inandıkları dine uygun “hayat sistemi”ni dünyaya
hakim ve hükümran kılmasıdır. Ancak bu savaşta dünyevi vasıtalar açısından asıl
belirleyiciliği “ekonomi” ve “enerji” sağlayacak. Savaş,
ekonomi ve enerji eksenli olarak yürütüleceğe benzer. Ekonomik
gücü bulunan ve enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olan, bu savaşın galibi
olacak.
Bu arada “ekonomi mi, din mi?” ikilemi yaşanarak,
bu iki gruplaşmadan, “dine dayalı ekonomi” ve “dinden
bağımsız ekonomi” gibi iki kutup oluşacak. İşte asıl savaş bundan sonra
çıkacak ve “dinler ve dini topluluklar arası savaş”ın galibi, büyük ölçüde
“2
E Kapışması”nın neticesine bağlı olup, bu kapışmayla ortaya çıkacak.
“2 E Kapışması” çok önemli. Bu, “ekonomik düzey” ve “enerji
kaynaklarının kontrolü”ne dayalı bir çatışma. Enerji, sanayinin de,
teknolojinin de, bilimsel ve sair çalışmaların da, savaşın da bağımlı olduğu
başlıca kaynak. Ekonomi ise, enerjiye bağlı üretimin işe yarar bir nicel ve
nitel varlığa dönüşümü. İşte bu “2 E”, yani “Enerji” ve “Ekonomi”, “dinler
ve dini topluluklar arası savaş”ın akıbetini belirlemede başlıca iki etken ve
en etkin etken olacak.
Sonuç olarak, “dinler ve dini topluluklar arası
savaş” hakkında şunları söyleyebiliriz:
Dünya, insanlık, artık “ulusal çıkarlar”ı değil,
“global
çıkarlar”ı için çatışan gruplaşmalara, kutuplara ayrılacak. Bu
kutuplar, belli başlı dinlerin, kendi mensuplarını bir homojen yapı içinde
birleştirmesiyle oluşacak. Küreselleşen ve “Küresel Köy” haline gelen dünyada,
artık “ulus devletler” veya -hatta- “devletler” değil, “dinler”
ve “dini
gruplar” arası ilişkiler sözkonusu olacak. Bundan sonra, dinler arası bir
çatışmaya/kapışmaya sürüklenecek dünya. İşte bu çatışmanın galibi “dünya
gücü” olacak.
“Dinler savaşı”, belki “Üçüncü Dünya Savaşı” olacak. Bu
savaşın yoğunlaşacağı bölgenin ise, “İslam coğrafyası”nın merkez bölgesi
olan “Yedi
Deniz Bölgesi” olacağı muhakkak.
Giriş
Tarihi: 30.12.2015 (3201)
|